İNADINA TİYATRO

Tiyatro, gerek çıldırmış tanrıları sakinleştirmek adına, gerekse soylu kişilerin cenaze törenlerinde, kısacası her coğrafyada varlığını sürdürdü. Her ne kadar tek tanrılı döneme geçişte (6. yy) yasaklansa da Rönesans döneminde tekrar dirilişi ve kimi dönemlerde resmi tatil ilan edilip zorunlu kılınması onu bu günlere taşıyor.

Tiyatronun öz mü öz bu geçmişinden sonra günümüzdeki tiyatroya yani ‘Çağdaş Tiyatro Düşüncesi’ ne gelelim. Tiyatro düşüncesi, topluma ve toplumun dünya görüşüne bağlı olarak her çağın sanat anlayışını ve sanattan ne beklediğini göstermektedir. Ama şöyle bir resmedersek bugünü; ne çağımızın sanattan bir beklentisi var ne de bir sanat anlayışı.

Panomun kenarına iliştirdiğim notta Işıl Kasapoğlu ( Semaver Kumpanyası oyuncularından ) şöyle diyor: ’70 milyon nüfusa ulaştığımız 2002 yılında ülkemizde halen tiyatro, kendi içinde yollarını ayırmamış, aynı sepetteki yumurtalar gibi, yan yana her an kırılacakmış gibi narin yolculuğunu sürdürüyor…’ Başım önde saygıyla eğiliyorum.

Derken… Aklıma bir öykü düşüyor: Frankfurt sokaklarında bir çocuk babaannesinin kendisine aldığı yeni yıl armağanını açarken oldukça heyecanlıdır. Kutudan bir kukla takımı çıkar ve küçük çocuk sevinç çığlıklarıyla bir kukla gibi oynamaya başlar. Kuklalarla yatar, kuklalarla aklar. Her gece evde bir gösteri vardır artık. Okunan hikâyeler kuklalara aktarılır. Zamanla bu tiyatro sevgisi sokağa taşar. Kurulan bir topluluk her gösteriden sonra bir avuç dolusu alkış toplamaya başlar. Başlar… ve önce saraya sora da Abdülmecit Efendi’nin tablolarına taşınır. Yaşlı bir kadının elindeki kitap ve kitabın yazarı; ‘Haremde Goethe’

Antik Yunan’dan Romantik Akım’a uyumsuzluk (théatre absurde) tiyatrosuna hep bir yergi, hep bir ileti; yoksul tiyatro, kutsal oyuncu…

Tiyatro, uydurma gerçeklikten öte onu parçalar, artık bölünemez birimlerine ayırır ve bir işi yapmaya gönül vermiş kusursuz alıcılarına sahne tozunu yutturarak parmak izi kadar bireysel olmayı öğretir. Suçta, aşkta, savaşta ve çılgınlıkta var olan her şeyi verir, doyumsuz olan sen; gereksinmeyi yeniden uyandırırsın.

Antonin Artaud ölümünden bir hafta kadar önce şu şiiri yazmış:

‘Bundan sonra kendimi

tümüyle

tiyatroya adayacağım.

Benim anladığım tiyatroya,

bedenimle,

oynayana ve oyunu görmeye gelene…

Üstelik insan oynamaz,

eyler…

gerçekte tiyatro, yaradılışın ilk kitabıdır,

yapılacaktır.’

PINAR VEZİROĞLU

*** Yukarıda ki yazı PINAR VEZİROĞLU’na ait olup, yayın hakkı blogünlük’e aittir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir