Eksantirik gibi gündemle ilgili yazılar yazmak istemiştim hep. Kendisi bu işi iyi yaptığı için arada yorumlarımla katıldım kendisine sadece. Ama daha fazla dayanamayarak yazmaya karar verdim. Benim isteğim, hep kültür-sanatla ilgili, festivallerle ilgili yazılar yazmak. Ancak yaşadığımız ülke gündemini de görmezden gelmek bizi eleştirdiğimiz insanlarla aynı kefeye koyar diye düşünüyorum. Son günlerde kayıtsız kalınamaycak o kadar çok olay yaşandı ki ülkemizde hangisinden başlayıp, hangisine bağlayacağıma karar veremiyorum. Yalnız içinde bulunduğumuz durumu biraz daha gerilerden ele almak istiyorum. Ülkemizi de etkisi altına alan küresel kriz, lakin ülkemizi teğet geçtiğine dair yapılan ısrarcı açıklamalar. Hayalperest düşünce yapısı ve saçma sapan hesaplar ile ortaya çıkardıkları “2009’da %4 büyüme” nutukları. Baş-bakan‘ı takip edip birini kalbine birini kafasına olmak üzere kendisine iki silah dayayan emekli polis memuru. Tükenen sabırlar, gerilen sinirler. Karalamacı siyaset ile birbirlerine b.k atarak propagandalar sergileyen liderler ışığında atlatılan yerel seçimler. Devletin belirgin paniği ardından gelen ÖTV indirimi, otomotiv sektöründe yalandan canlanma… Panik havasının artışı ve mobilya, beyaz eşya, ofis malzemeleri dayanıklı tüketim mallarında ÖTV indirimi. Gayrimenkullerde alım-satım vergisi indirimi. Ancak baş-bakan‘ımızın belirttiği gibi teğet geçmeyen bir kriz. Tüm çabalar boşa… Bu kadar çabaya rağmen hedeflere ulaşamayıp Nisan ayında ekonomimiz yeniden gözden geçirilerek, hayalperestlerin kendilerine söz geçirerek açıkladıkları rakamlar… “2009 yılında %3,8 küçülme” bekliyoruz.İşsizlik oranı ise Cumhuriyet Tarihinin rekor rakamlarına ulaşmak için çabalıyor. Türkiye “zayıfsan öleceksin” çıkmazına doğru yol alıyor.Bunlar ülkemizin maddi duyarsızlıkları denilebilir. Belkide tedbirsizlik veya umursamazlık yada gözardı etme vs vs vs…
Peki ya manevi duyarsızlık!!! Gencecik bir kardeşimiz, yıllardır sürekli aynı olayların yaşandığı Uludağ’da kayboluyor. Cesaret ve azmi ile arkadaşı ile haberleşmeyi devam ettirip durumunun kötü olduğunu ve yarım yamalak mevkisini bildiriyor. Ancak kardeşimizin telefon sinyalleri ile yerini tespit etmek için savcılıktan saatlerce yazı bekleniyor. Pırıl pırıl bir genç daha duyarsızlıktan ötürü yaşamını kaybediyor. Şunu merak ediyorum 10dk içinde ev basılırken, bir suç üstü ihbarı alındığında bir mekana operasyon yapılacakken savcılıktan iznin çıkması ne kadar sürüyor? Devletin başarı elde edeceği durumlarda çıkarılması dakikalar süren savcılık izni, gencecik bir çocuğun hayatı söz konusu iken neden dakikalar içerisinde çıkarılamıyor? Merak işte….
Devletimiz mi duyarsızlaştı, yoksa halkımız mı biraz çekimser oldu acaba. Belki de “Anasını da alıp giden”, “halkın efendisi” olan çiftçimiz bizim çekimserliğimize sebep oldu. Öyle ya korkmamız normal, bahsi geçen çiftçi, yerel seçimlerde baş-bakan‘ımız çiftçinin ikamet ettiği şehri ziyaretinde göz altına alınıp, emniyette “misafir” edilmedi mi?
Şimdi son günlerde beni en çok etkileyen olayı paylaşmak istiyorum sizlerle. Yalnız öncelikle söylemek istediğim bir slogan,tanıtım vs ne derseniz artık onu söylemek istiyorum. “2010 Avrupa Kültür Başkenti-İstanbul” “Sahne Senin”. Evet sahne senin göster kendini istanbul dedik, jenerikler tanıtımlar dönmeye başladı televizyonlarda, billboardlarda. Ama arkadaşlar siz bunu yanlış anladınız bu şekilde göstermeyeceğiz kendimizi. Kültür Başkenti’nde yol vermedi diye Türkiye’nin geleceği olan bir Üniversite öğrencisi öldürülmez. Gencecik bir kız hayat boyu yaşayacağı bir tramvaya mahkum edilmez. Arkadaşım siz bu cesareti, bu vurdum duymazlığı nerden alıyorsunuz? Aaa özür dilerim, kendimi bilmezlik ettim affedin beni, o yollar o şahısa/şahıslara ait olduğu için ve Hakan kardeşimiz onlara yol vermediği için sevgili Kültür Başkenti sakinleri de kendi yasaları gereği Hakan’ı öldürme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar.
Neyse bunların hepsini boşverin, unutun bütün kötü günleri, yaşanan kötü şeyleri. Pazar günü dünya derbisi var, ezeli rekabet-ebedi kardeşlik var dedik ve geçtik televizyon karşısına ve tabi bir kısmımızda stada. Haydaaaaaa…. N’aptın Sabri, N’aptın Emre B., N’aptın Lugano, N’aptın Emre A.,N’aptın Volkan, N’aptın Semih, N’aptın Arda… Arkadaşlar siz n’aptınız öyle!!! 3F’in (futbol, festival, fuhuş) “Türkiye”deki en sağlam halkasıydınız. İnsanlar sizinle biraz olsun stres atacakken şimdi birde “Fenerbahçe-Galatasaray” taraftar cinayetleri ihtimali çıkardınız. Siz ne yaptığınızın ve nasıl bir tehlikeye sebep verdiğinizin farkında mısınız? Basit bir örnekle Volkan’ın hareketi veya ortamın gerginliği ile galeyana gelen Galatasaray taraftarının pamuk ipliği üzerinde duran tenteyle birlikte aşağıya düşmesi ile yaşanacakları düşünmek bile istemiyorum. Dünya derbisi yayını yapan bazı Avrupa ülkelerinin televizyon kanalları yayını kestiler. Kimse şaşırmasın yaşananlara, kenara çekilmesin suçsuzca… Başta spor camiası olmak üzere, yorumcusu, gazetecisi, yazarı, çizeri, fotoğrafçısı vs vs vs… Sizler günler öncesinden başlamadınız mı bu spor müsabaksını ölüm kalım savaşı haline getirmeye. Yenilen takımın yarıştaki iddaasını kaybedeceğini, yenilen takımın oyuncalırının gönderileceğini, teknik direktörlerin görevlerine son verileceğini, kulüp doktorlarının yeminlerinin geçersiz sayılacağını, kulüp aşçılarının kepçelerinin alınacağını, kulüp muhasebecilerinin kalemlerinin kırlacağını vs vs vs vs iddaa etmediniz mi? Bu senaryoları sizler yazmadınız mı? Takımının oyuncusuna yaptığı hareketi yakıştıramayan taraftarlar, haftalar önce yapılan bir avrupa kupası (Galatasaray-Hamburg) maçının ardından (Avrupa kupalarında takımlar isimleri kadar Ülkelerini de temsil ederler) birbirinizle dalga geçip göndermeler yapmaya başlamadınız mı? Kimse şaşırmasın, spor müsabakası mantığından uzaklaştırılıp, ölüm kalım savaşına çevrilen her müsabaka bu şekilde sonuçlanmaya mahkümdur.
Şimdi yetkililerden birşey rica edeceğim… Sevgili Büyükşehir Belediye Başkanımız, yok olmadı… Sevgili İstanbul valimiz, yok hiç olmadı… Sayın baş-bakan‘ımız, yok o zaten baş-bakan… Sayın cumhurbaşkanımız, yok onunda baş-bakan‘sız bir anlamı yok… Enteresan kimden rica edeceğimi şaşırdım… Belki sevgili Babacan… Yada kim ilgilienirse… Lütfen şu “2010 Avrupa Kültür Başkenti” misyonumuzu, görevimizi,statümüzü artık bize ne olarak verildiyse iade edelim. Gördüğünüz gibi hazır değiliz. 2010 yılı sonunda tüm Avrupa bizi “2010 Avrupa Yozlaşmış-Kültür Başkenti” olarak anmasın lütfen.
Diğer yetkililerden ricam ise, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2018 Dünya Kupası ev sahipliği gibi hayallerle futbolseverlerimizi umutlandırıpta kandırmayalım. Gördüğünüz gibi hazır değiliz.Bilmem farkettiniz mi ama yukarıda saydığım isimlerden Lugano hariç diğer 6 kişi Türkiye Milli Futbol takımının ilk onbirinde oynayan 6 kişi. 11 kişiden altısı yani Milli takımımızın çoğunluğu. Böyle bir Milli takıma sahip bir ülkeye hiçbir Futbol organizasyonu verilmez. Peki ya afrika diyeceksiniz ligleri veya Milli takımları çok mu başarılı? Hayır değil, ama avrupada oynayan Afrika kökenli futbolcuların, “sporcu”luklarına dikkat çekmek istiyorum.
Avusturya ve İsviçre’nin ligleri ve Milli takımları çok mu başarılı? Hayır değil, ama onaların dünya çapında bir organizasyona ev sahipliği yapacak vizyonları var. Biz ise ayağımıza gelen fırsatı “2010 Avrupa Kültür Başkenti” sıfatını değerlendirip vizyonumuzu geliştireceğimize. Bu fırsatı taşla, sopayla kurşunla geri tepiyoruz.
Gördüğünüz gibi hazır değiliz…